
Gül Cenneti
Bir zamanlar kimsenin bilmediği bir ülkede gül cenneti varmış. Burada rengarenk, birbirinden güzel güller yetişirmiş. Gül cennetinin olduğu yerde hava mis gibi gül kokarmış. Gül cennetinin kralı kendine gül yüzlü bir kraliçe ararmış. Kral kendisini çok yalnız hissedince güllerinin arasına gider, onlarla konuşurmuş. Sarı güllerin yanına yaklaşıp “Benim güzel sarı gülüm. Kraliçemin saçları senin gibi sarı olsun ” demiş. Sonra beyaz güllerin yanına yaklaşıp “Benim güzel beyaz gülüm. Kraliçemin yüzü senin gibi beyaz olsun” demiş. Pembe güllerin yanına yaklaşınca da “Benim güzel pembe gülüm. Kraliçemin yanakları senin gibi pembe olsun” demiş. Sonunda kırmızı güllerin yanına gelmiş. “Benim kırmızı gonca gülüm. Kraliçemin dudakları senin gibi kırmızı olsun” demiş. Demiş demesine ama istediği kraliçeyi bir türlü bulamamış. Bir gün yine güllerin arasında dolaşıp onlarla dertleşiyormuş. Birden güllerin arasından ak sakallı bir ihtiyar çıkıvermiş. Ağır ağır konuşmuş: Üzüntünün sebebini bilirim kralım. Gül yüzlü bir kraliçe istersin. Kral “Nerden bildin ihtiyar? diye sormuş. Bunun üzerine ak sakallı adam “Dediklerimi yaparsan, kraliçene kavuşursun ” diyerek devam etmiş. “Şu elimdeki gül fidanını dikecek, her gün gözyaşınla sulayacaksın. Gelecek ilkbaharda bu gül senin kraliçen olacak ” demiş. Sonra da yok olup gitmiş. Kral rüya gördüğünü sanmış. Ama ihtiyarın elindeki gül fidanı ayaklarının dibinde dururmuş. Kral bu fidanı dikmiş. “Bir gül fidanı kraliçe olur mu?” diyerek başlamış ağlamaya. Gelecek ilkbahara kadar her gün ağlamış durmuş. Kış bitmiş, ilkbahar gelmiş. Kral her zamanki gibi fidanın başına ağlamaya gitmiş. Bir de bakmış ki gül fidanının yerinde gül yüzlü, gül kokulu güzel bir kız duruyor. Bu kız kralın istediği kraliçeymiş. Evlenip çok mutlu yaşamışlar. Bir de Gülperi isminde kızları olmuş.
KIYMETLİ TUZ
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zamanda bir padişah ile bunun üç kızı varmış. Bir gün bu padişah kızlarını başına toplamış, beni ne kadar seversiniz? Demiş. En büyük kız dünyalar kadar, ortanca kızı kucak kadar, küçük kızı da tuz kadar severim demiş. Padişah küçük kızın cevabına çok sinirlenmiş, insan tuz kadar sevilir mi demiş, ardından küçük kızını cellada teslim etmiş. Cellat, kızı kesmek için dağa götürmüş. Kız cellada yalvarmış, sen de babasın, bana kıyma demiş. Cellat, kızın yalvarmalarına dayanamamış, onun yerine bir hayvan kesmiş, kızın gömleğini kesilen hayvanın kanına bulayıp padişaha getirmiş. Küçük kız yollara düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, bir köye ulaşmış. Orada köyün zenginlerinden birine kul köle olmuş, büyümüş, çok güzel bir kız olmuş. Güzelliği ilden ile, dilden dile yayılmış, kısmet bu ya bir başka padişahın oğluyla evlenmiş. Aradan bir hayli zaman geçmiş, başından geçenleri kocasına anlatmış, babamları yemeğe çağıralım demiş. Kocası da olur demiş. Gereken hazırlıklar yapılmış, padişah babası ziyafete çağrılmış. Kızın padişah babası söylenen günde avanesiyle birlikte ziyafete gelmiş. Padişah ve beraberindekiler sofraya oturduğunda yemekler sırayla gelmeye başlamış. Ama kız, aşçısına bütün yemeklerin tuzsuz olmasını tembih etmiş. Padişah hangi yemeğe saldırdıysa eli geri gitmiş, yemeklerin hiçbirini yiyememiş. O sırada küçük kızı padişahın sofrasından ayağa fırlamış. Padişahım, duyduğuma göre sen küçük kızını seni tuz kadar seviyormuş dediği için öldürtmüşsün demiş. Padişahın söz söylemesine fırsat vermeden işte o küçük kız benim demiş ve bütün yemekleri tuzsuz yaptırdım ki kıymetimi anlayasın sözlerini eklemiş. Padişah yaptığından utanarak küçük kızının boynuna sarılmış, tuzun ne kadar kıymetli olduğunu anlamış. Ondan sonra yeni bir dönem başlamış. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.

Adam 3 yaşındaki kızını, gayet pahalı bir hediyelik kaplama kağıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı... Yılbaşı sabahı küçük kızı, paketi getirip: Bu senin babacığım" dediğinde çok üzüldü. Acaba gereğinden fazla mı tepki göstermişti kızına. Bir gece evvel yaptığından utanarak, kutuyu açtı. Fakat kutunun içi boştu. Kızına gene çıkıştı: "- Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?.." Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı. "- O kutu boş değil ki baba! İçini öpücüklerle doldurmuştum!.." Babası o kadar çok üzüldü ki, koştu, kızına sarıldı. Beraberce ağladılar. Adam o kutuyu ömrünün sonuna kadar sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerden birini çıkarırdı. Aslında bütün insanlara böyle bir kutu mutlaka verilmiştir. Zor zamanlarda bu kutuyu çıkarıp içine bakabilmeyi başarmak, Mutluluğun anahtarlarından biri olsa gerek. Umarım hayat boyu Zor zamanlarında sizi mutlu edebilecek, böyle sayısız kutularınız olur. Birini ben gönderiyorum size. İçini dostluğumla, sevgimle doldurdum. Onu iyi saklayın...
|